Hollanda özgürlükler ülkesi yada fazla mı
özgür ne.
Hep Amerika için duyduğumuz bu özgürlükler
ülkesi tamlaması bence tam Hollanda'ya göre. Geçtiğimiz haziran ayında 4 günlük
bir Amsterdam gezimiz oldu eşimle birlikte. Ben çok sevdim şehri. Şu ana kadar
gidip de sevdiğim sehirler arasında garanti ilk 3'te. Yine yapacak çok şey ve
az zaman var tabiki.
Benim gittiğim şehirdeki herşeyi yapmak
istemek gibi kötü bir huyum var. Müzede gezeceğim heryeri de göreceğim gece
klübüne de gideceğim . Bir kısıtlama yapmıyorum sonra da haşatım çıkıyor :))
Amsterdam diyince herkesin aklına ilk kek
yedin mi, Redlight'a gittin mi , cigara içtin mi geliyor tabiki. Siz hiç öyle
şeyler düşünmezsiniz canım ama ben yine de söyleyeyim. Kek yemedik, aslında
eşime yedirmeyi düşündüm ama eşim 1.80 iri yarı olduğu için keki yese bir
şekilde beni düşman gibi hayal etse bir çaksa bana yıldızları sayacağım için bu
düşünceden vazgeçtim. Kendin niye yemedin dersen benim halihazırda çok çalışan bir
hayalgücüm var (Rüyamda Türkiye Cumhurbaşkanı'nı suikastten kurtaran bir
ajandım bir defasında var sen düşün gerisini) bir de o keki yersem neler
görürdüm neler yapardım tahmin edemedim. Ha bir de kime Amsterdam'a gidiyoruz
desek herkes bir kek yeme hikayesi anlattı. Yok birileri otel odasına kapanmış
birileri katillerden kaçmış vs.. Özetle dinlediklerimden yemeye niyetiniz varsa
1 gününüz garanti gidiyor. Çünkü etkisi en az 4-5 saat sürüyor tabi kişiden
kişiye değişir.
Cigara'da içmedim ama şehirde parklarda
banklarda her yerde herkes tüttürdüğü için içmiş kadar oluyorsunuz. Sürekli bir
koku var bir koku var diyordum sonradan çakozladım o kokunun cigara kokusu
olduğunu. Redlight'a geleceğim ilerleyen kısımda.
Bisikletlilerden bence uzak durun biz Avrupa’dayız
yeawwww bize herkes yol verecek diye kendimizi yollara atarken bir tane 60
yaşında teyze deli gibi süratli bisikletle üstümüze gelip bir de zil çalıyordu.
İlk günün sonunda öğrendik ki geçiş üstünlüğü bisiklet,yaya, araba imiş.
Ezerler valla o derece kullanıyorlar bisikletleri.
İlk farkettiğim şey şehrin havası gerçekten
çok temiz. Rahat nefes alıyorsunuz. Bir de çok sessiz benim sesim sokaklarda
çınlıyordu resmen. Yine yürüyerek gezilebilecek bir şehir en bir sevdiğim. Görülmesi gereken her yer
birbirine çok yakın. Cumartesi bizim uçağımız 12 buçuk gibi iniyordu.
Havaalanından trenle şehre ulaşım çok kolay direk tren var 30 dk falan
sürüyor. Tren biletlerini kiosk
makinalardan kredi kartı ve nakit ile alabiliyorsunuz. Kredi kartına biraz
fazla ücret kesiyorlar üstünüzde yeterli varsa nakit ile alın. Avrupadaki genel
olarak tren metrolardaki gibi biletinizi perona giderken de okutmanız
gerekiyor. İnince de okutuyorsunuz.
Amsterdam Central'dan geçen bütün trenler
sizin için uygun. Ama bir tanesini çok dolaşıyor. Bu sebeple bilet alırken
rotaya bakıp buna dikkat edin. Bir de örneğin Paris - Amsterdam trenine
aldıysanız dikkat Parise gidene binmeyin :)) Sonra bu yazı bir işinize yaramaz
kendinizi Shanzelize de bulmayın :)
Trenler 1 ve 2 nolu platformlardan kalkıyor. Tren biletini aldığınız salondan 1
kat aşağıya iniyorsunuz. Bilet 9 euro
ama kredi kartı ile alınca 10 küsür oluyor.
Seni yeneceğim Amsterdammmmm J İstanbul’da
Haydarpaşa’dan trenden inip bunu yapamadan yandı bari burada yapayım dedim.
Amsterdam Central Dam meydanına 5 dk yürüme
mesafesinde. Bizim otelimiz Dam meydanının arka caddesindeydi. İlk hedef otele bavulları atıp günü öldürmeden olabildiğince çok şey görmekti.
Tabiki klasik avrupa otellerinden daracık bir oda. Çift kişilik bir yatak minik
bir askılık ve banyo tuvalet. Amsterdam'da evler eski çok dar. Ve genelde
asansör falan yok merdivenlerde çok dik. Yani çok ağır bavul götürmeyin adam
sizi 4. kata verir valizi çıkarana kadar ananız ağlar. Otel çok merkezi olduğu
için iyi bir para da ödedik.
Amsterdam'da 1. günümüz otelden çıkınca
başlıyor. Hafif kazınan midelerimiz için
bir şeyler yiyelim dedik, buranın nesi yenir dediğimizde "Manneken Pis" dediler. Her yerde göreceksiniz zaten yani bildiğin
külahta patates yahuu. Biz battal boyunu aldık 2 kişi diye ama cidden kocaman.
Elimde gören kadınlar aaa kıza bak diye birbirlerine beni gösteriyorlardı. Çok güzel soslarıda var. Artık içinizden
geçeni deneyin.
Öksüz doyuran patateslerim J
İlk olarak bize çok met edilen kanal turu
yaptık ama benim size tavsiyem deniz bisikleti ile kanallarda tur atmanız. 4
kişi daha ekonomik oluyor tabi ama kişi başı 10 euro, kanal turuda zaten aynı
para. Kendiniz kanallarda gezmek daha zevkli oluyor. Aaa bak ama bacaklarım koptu canım çıktı resmen.
Çevir Allah çevir ancak 1 metre yol gidiyoruz. Deniz bisikleti maceramız son
gün yaptık detaylara orada değineceğim :))
Damrak caddesi üstündeki kanal turlarından
birine bindik. Hepsine sırayla sorup
pazarlık yapın. 20 den başlayıp 10 euroya bulduk biz mesela. Kanal turunun
espirisi kaptan amca size Amsterdam ve Hollanda ile ilgili bilgiler veriyor.
Tarihi yerleri, bölgeleri falan
kanallarda dolaşarak gezip görüyorsunuz, tekne evlerin yanından geçiyorsun
falan filan. Benim aklımda kalan en önemli bilgi Hollanda kanunlarının biraz
fazla gevşek olduğunu söylüyordu. Örneğin 3 yıllık hapis cezası için
Hollanda'da adam öldürmek gerekir hem de 2 kere dedi. Artık espiri mi gerçek mi
bilemem.
1 saat kadar sürüyor. Aldığı yere bırakıyor
sizi.
Amsterdam’ın Dans eden Kanal evleri ama
yalannnn bildiğin evler sarhoş J
Kanallar kanallar
Kanal turundan sonra Damrak'tan Dam
meydanına doğru yürüdük. Dam Meydanının batısında Kraliyet sarayı yanında De Nieuwe Kerk yani yeni kathedral
kraliyet ailesi ile ilgili törenler burada oluyormuş. Bir tarafında meşhur
Kathedral, güneyinde Madame Tussand's müzesi, doğuda eski ve meşhur bir hotel.
Onun önünde de National Monument var. Kısacası bol bol fotoğraf
çekilebileceğimiz bir meydan :)) Ayrıca
bir sürü sokak göstericileri atlı arabalar ile hep hareketli bir yer.
Kliseye ve Saraya giriş ücretli bu sebeple
girmedik. Roma'da alasını bedava gezebiliyorsunuz orada köşe başı klise.
Kapısından kafamızı uzatıp baktık :) Belki bizdeki biraz doygunluktan kaynaklı
ama dediğim gibi daha iyileri var.
Saraylardan beri gelmiyorum efenim J
Bu da kraliyet Katedrali kapıdan bakın 10
euro vermeyin ;)
Buradan Madame Tussands's sağından
Kalverstraat'a giriyoruz. Burası alıveriş edebileceğiniz bir sürü dükkanın
bulunduğu hareketli bir cadde. Buranın sonuna doğru küçük bir kapıdan geçerek
bu karmaşa ve hareketin içinde huzurlu ve sakin bir gün geçirebileceğiniz
Begijnhof'a varıyorsunuz.Burada hem Amsterdam'ın en eski yerleşim bölgesini hem
de zamanında tam anlamıyla rahibe
olmayan dindar kadınlar topluluğunun(böyle diyorum çünkü isterlerse evlenmek
için ayrılabiliryorlarmış) manastır olarak kullandığı evleri ve küçük English Reformed Church kliselerini
görebiliyorsunuz. 34 numaralı ev mezkez
Amsterdam'ın en eski 2 tahta evinden biri. Şu anda kalan nadir tahta evlerden.
Amsterdamlı'ların en büyük 3 korkusu olan Salgın hastalık,Sel ve
Yangın(XXX) olan yangın yüzünden artık
evler tuğladan yapılıyor. Aslında uzun
vakitiniz varsa burada kitabınızı alıp bir yere serilip 1-2 saat geçirilebilir.
Ama bizim o kadar vaktimiz olmadığı için gezip fotoğraf çekilip gezi rotamıza
geri dönüyoruz.
Bu kapının arkasında dünyanın en huzurlu
mahallelerinden biri var.
Rahibe görünümlü rahibe
olmayan kadın
34 Numaralı tahta ev,
Hollandalılar çok uzun gerçekten kadın
erkek çok uzunlar. Size yaşadığımız küçük bir anla ne kadar uzun olduklarını
canlandırmaya çalışayım. Bankalara oturup dinlenip etrafı izliyoruz. Yan bankta
bir kız oturuyor. Bir arkadaşını gördü merhaba demek için ayağa kalkacak ayağa
kalkması abartmıyorum 2 dk sürdü. Kız kalk kalk bitmiyor. Biz böyle aşağıdan
yukarıya bakıyoruz kafalarımız en ön koltuktan Imax film izler gibi oldu. Ben
böyle uzunluk görmedim. 2 metre 10 cm falandır. Hadi bu kadar uzun insan var
ama bu bir kadın arkadaşım. Zaten kadınların boy ortalaması 1.83 mü neymiş.
Kendinizi buna hazırlayıp gidin. Ben hazırlıklı gitmiştim ama eşim boy
kompleskine girdi resmen :)
Laleleriyle meşhur olan Hollanda'nın meşhur
çiçek pazarını görmeye Bloemenmarkt'a
yola koyuluyoruz. Kalverstraat'tan devam edip Singel'a gelince kanalın
karşısında Pazar zaten dikkatinizi çekiyor. Burası hediyelik eşyacılar çiçek
tohumları zaten güzel bir Pazar diyebiliriz. Çiçek pazarı adını farklı farklı
tohumlar ve canlı çicekler ile haketmiş bence. Karşısında da hediyelik eşya
dükkanları var. Biz almamıştık ama diğer arkadaşlarım buradan sweetshirt falan
almış 10 euroya yani iyi fırsatlar ele geçebiliyor o yüzden dükkanları bir dolaşın.
Ama bu tip turistik yerlerin hepsinde pazarlık yapın. Bizim kapalı çarşı hesabı
hep fiyatlar biraz şişirme. Tahta laleler, tahta takunyalardan almadan buradan
çıkmayı başarabildim :) Son gün lale
tohumları almak ve bir kaç magnet için
tekrar uğramak üzere buradan da ayrıldık.
Bu arada gözüme kestirdiğim bir kaç magneti aldım. Şunu söyleyeyim
Amsterdam'da magnetler çok güzeller. Şu anda buzdolabımda bildiğim bir
Amsterdam kanal Mahallesi kurulu :)
Ben tahta değil gerçek lale tohumları aldım
ektim Nisan’da çıkınca paylaşırım artık.
Siyah dediiler ama inşallah kandırmadılar J
Amsterdam kanal evleri biraz yamuk ve
hepsinin tepesinde bir kanca var. Kimileri bunlara dans eden evler diyor ama
bence bunlar bildiğin sarhoş evler :)) Ya yapan mütehitlerin kafaları çok
kıyaktı yada bir sebebi var dedik. Bize evlerin kapıları dar ve merdivenleri
çok dik olduğu için eşyaları pencerelerden bu kancalar yardımıyla taşıdıkları,
bundan dolayı da eşyalar çarpmasın diye evlerin bazıları öne eğik bazıları da geriye
yatık şekilde yapıldığı anlatıldı. Ayrıca malum Amsterdamın altı su dolu olduğu
için temeller zamanla çökerek ayrıca bir yamukluk ve yatıklık yatıyor hem
binanın kendi içinde hem de yandaki binalara doğru. İnsanların da binaların da
kafası güzel kısacası.
İşte sarhoş evlerden biri J
Şimdi bunu yapan mütehatite ne demeli?
Çiçek pazarını bitirdikten sonra Muntplein
üzerinden meşhur ve görülmesi gereken meydanlardan biri olan Rembrantplein'e
yürüyoruz. Burası Amsterdam'ın hareketli meydanlarından biri. Meşhur Rembrant
tablosundan esilenilen heykel yüzünden bu ismi almış sanıyorum. Meydan da bir
sürü kafeler ve restaurantlar var. Bir de gece klubü Studio 80 iyi DJ'lerin
çıktığı. Bu gece klubü gidilecekler listemdeydi ama kocamın yorgunluktan bayılması
üzerine gitmekten vazgeçtik. Gidecekler için gitmeden önce sitesine gidip
gideceğiz gün hangi grup çıkıyor öğrenmeniz gerek zira kapıda soruyorlar. Biz
sadece Cumartesi Pazar ve Pazartesi geceleri oradaydık ve klüp Pazartesi
kapalı. Gece hayatı sevenler de bunu bilir ama gece bir klübe gidecekseniz yada
çıkıp eğlenecekseniz bence Cumartesi gecesini tercih edin. Genelde yurtdışında
gördüğüm Cumartesi geceleri diğerlerine göre daha eğlenceli geçiyor. Biz bir
kafede oturup Amstel biralarımızla yorgunluk attık. Bu arada Amstel birası
eskiden buradan geçen Amstel nehrinin sularından yapılırmış. Adı buradan
gelirmiş. Bence Amstel ehh fena değil. Ama çok bira insanı değilim. Heineken
daha iyi ama bira sevmeme rağmen şu ana kadar içtiğim en güzel ve en iyi
biralar Prag biraları. Bence 1 numara zira Avrupa'da en çok bira tüketilen
yerde Çek Cumhuriyeti Prag imiş. Neyse
bu yazı daha fazla Prag yazısına dönmeden. Yolculuk ve hemen yaptığımız
gezinti falan yorulmuştuk ve otelimize döndük. Amsterdam da bayıldığım
yürüyerek gezilen şehirlerden. Dam meydanında bir şeyler yiyecek yer bakıyoruz.
Hollanda'nın kendilerine has mutfağı yok. Öyle yenilecek özel bir şey yok yani.
Her yer steakhouse'cu dolu biz de burada yaşayan arkadaşımızın tavsiye ettiği
bir tanesine giriyoruz. Dam meydanında Cau diye bir mekan. Fena değil. 2 kişi
50 euro ödüyoruz. Eh işte normal gibi ama açıkcası 50 eoruluk bir şey değlidi.
O yüzden bence steak yerine pizza falanda yenilebilirdi. Eğer özel bir yiyecek yoksa yemeğe
yurtdışında bu kadar para vermeyi pek sevmiyorum açıkcası.
Yemekten sonra otelimiz de biraz dinlenip
Redlight tarafına gidiyoruz. Otelimiz Red light'ın arka sokağı sayılır. Dam
meydanında anıtın arkasındaki otelin sağından girdiğiniz de Red light bölgesine
çıkmış oluyorsunuz. Akşam gittiğimiz için iğne atsan yere düşmüyor. Bize çok
değişik geldi açıkcası. Redlight tek bir sokak değil bu arada 3 tane paralel
sokaktan oluşuyor diğerlerini de gezin yani. Evlerin büyük camekanları var
malum ablalarımız da iş kıyafetlerini giymiş - jartiyer vesaire yada tanga ve
gögüslere minik yıldızlar - müşteri bekliyorlar her esnaf gibi. Tabi saçlar
fönlü ful makyaj. Bazıları camlara vurup sizi çağırıyor. Pazarlık edenlere de
rastladık. Uzun ve kısa olmak üzere 2 tarife varmış. Pazarlıkta anlaşınca
camekandan içeri alıyor perdesini kapatıyor. Arkada bir oda varmış. Olaylar
orada dönüyor. Bir kere çok turistik bir bölge. Buranın pis bir bölge olmasını
beklersiniz ama hiç öyle değil. Son gün gündüz de uğradık bildiğini çoluklu
cocuklu insanlar geziniyor.Normal kafeler restaurantlar var. Gündüz deneyimine
tekrar geleceğim. Bir kaç uyarı mavi ışıklı camekanlar Trans'ların camları
onlar daha agresif ve kaldıramayacaksanız hızlı hızlı geçin. Biz neredeyse 3 sokağın tamamanı gezdik her
çeşit kız var. Sarışını esmeri kumralı zayıfı balıketlisi tombulu. Ben 1-2 çok
güzel kız diyebileceğim kız gördüm. Bu ablalarımız bu camekanları kendileri
kiralayabiliyorlarmış. Hani çok da öyle bir kötü yola düşme olayı söz konusu
değil buralarda. Eskiden bu tip işler bu
kadar aleni yapılmadığı zamanlarda bölgede bu tip işleri yapan ablalar
kapılarına kırmızı fener asar ve yaktıklarında açık oldukları belli olurmuş
Kırmızı fener sokağı muhabbeti de oradan geliyormuş. Siz siz olun foto çekmeyin.
Bizim başımıza gelenleri son güne gelince anlatacağım :)
Casa Rossa var bir de gidin çok değişik bir
deneyim diye söylenen. Seks tiyatrosu. Adamla kadın bildiğin canlı
yapıyorlamış. Bir Türk çiftle beraber geziyorduk. Beyler girmemize izin vermedi
halbuki ben merak etmiştim :))
Ama siz gidin ya. Bir kere gelmişsiniz
Amsterdam'a ;) Haa bir uyarı daha outlet'e siz siz olun girmeyin. Evet bu
işinde outleti varmış.Arkadaşlarla bir şeyler içip biraz sohbet etmek için
Dam'a yakın İrish pub'a gittik. Atmosferi güzel bir şeyler içmek için
uğranılabilir. Bana kalsa Studio 80'ye gidelim dedim ama beyleri çok yormuşuz
otellere gidip sızıldı :))
Pazar günü Amsterdam'da yaşayan arkadaşımız
da bize katılacaktı. Önce yeldeğirmenlerini görmeye Zaanse Schans'a oradan da
balıkçı kasabası olan Volendam'a gitmeyi planladık. Otel zaten tren istasyonuna çok yakın olduğu
için sabah 9.30 gibi tren istasyonunda buluştuk. Bu arada burada Albert Hein
diye marketler var. Bunlarda taze sandviçler kurabiyeler kruasanlar taze sıkılmış
şişe meyvesuları var ve fiyatları da gayet uygun. Biz kahvaltıyı bu şekilde
yaptık. Su çeşmeden de içilebiliyor o yüzden 1 şişe suya 3 euro vermeyin. Tren
istasyonu diyorum ama burası otobüs, tren, tramway herşeyin merkezi. Ben
normalde nereye hangi otobüsle gidilir çok sıkı takip ederim ama arkadaşıma
güvendiğim için kendimi ona bıraktım. Zandaan'a giden 391 nolu kırmızı
otobüslerle gittik.
Burada otobüs ve tramway için aynı biletler
kullanılıyor. GVB diye geçiyor ve günlük olarak satın alınabiliyor. Biz
yanlışlıkla bunlardan almışız ama bu kırmızı otobüsler şehirler arası otobüs
gibi sayılıyor ve farklı bir bileti var ama o da günlük idi şöförden
alabiliyorsunuz. Yarım saat gibi bir zamanda varıyorsunuz. Bence mutlaka
gidilip görülmeli yeldeğirmenleri ve evleriyle bir masala diyarı gibi bir yer.
Ben bu köye yerleşeceğim tutmayın beni...
Yeldeğirmenlerin etrafında yürüyüp bol bol
fotoğraf çektirdik. Peynirleri de meşhurmuş alabilirsiniz. Peynirleri bir
marketten alırız dedik ama dehşet güzel olan pesto sosluyu alın zira hiç bir
markette bulamadık. Bir de lavantalı bize çok ilginç ve güzel geldi. Fotoğrafla
çok arası olmayan sevgili kocacığım peynir dükkanındaki Hollanda köylüsü
kılığındaki kızla fotoğraf çekilmek istedi. Onu çektik beni çektik kız bize
Türkçe “Ben de Türk'üm Hoşgeldiniz demez mi” :)) Hayır adam fotoğraf çekilmek
istemez istemez o kadar insan arasından Türk'ü bulur :))
Hollanda köylüsü görünümlü Türk kızı J
Kıkırdaya kıkırdaya evlerin arasında
dolaşmaya başladık. Sanki bir yerden Pamuk Prenses çıkacak öbür taraftan
Külkedisi seslenecek gibi geliyor. İnsan bu evlerde bu bahçelerde yaşasa ömrü
uzar, huzurun resmini çizemesem de çekebilirim size :)
Bu huzur değil de nedir? Böyle bir eviniz
bahçeniz olsa ömrünüz uzar
İlgisini çeken olabilir şu bahsettiğim Albert
Hein marketlerinin ilk şubesini de gördük burada. Buraları dolaştıktan sonra
bir sonraki otobüs saati yaklaşınca durağa doğru gidiyoruz. Direk Volendam'a
ulaşım yok, Central Station'a dönüp oradan Volendam'a giden otobüslere
biniyoruz.
İlk Albert Hein, persil bile var canımm
Bu dev takunyaların içine çocuklar girip
fotoğraf çekiliyor diye bunu benim yapamayağımı kim söyledi ki?
Hayat çok garip köprüler falan...
Bana şu arkamdaki evi alsak yaa...
Yine yaklaşık yarım saatlik bir otobüs
yolculuğu sonradı kendinizi şu hep işi gücü bırakıp yerleşilecek balıkçı
kasabalarından birinde buluyorsunuz.
Volendam meydanını 4 tarafını da görmüş
olduğunuz J
Burası da liman deniz gemiler falan
Ama ben şahsen yerleşeceksem Zaanse Shans
gibi masal diyarı bir kasabaya yerleşmeyi tercih ederim. Sokaklarda dolaşırken kıyı boyunu kendiniz
buluyorsunuz. Burada seyyar biçimde çeşitli balık, kalamar, karides gibi envayi
çeşit deniz ürünleri yenilecekler arasında. Oturup yiyebileceğiniz
restaurantlar da var ki yaklaşık kişi başı 15 Euroya çıkarsınız. Biz seyyarların
daha lezzetli olacağını düşünüp seyyarlardan kalamar alıp Marken adasından
adını alan Marker denizi'e karşı bira kalamar yapıyoruz .
Kalamar ve yengeç ayağı, bence seyyarları
tercih edin ;)
Bize mi öyle geldi Efes’in şişesini mi
çalmışlar?
Marken adasına da geçin diye tavsiye ediliyor
ama biz geçemedik. Magnet vesaire hediyelik alışverişlerinizi de buradan
yapabilirsiniz yine Amsterdam merkeze göre bir tık daha uygun. İlk indiğinizde
geri dönüş otobüs saatlerine bakın zira biz son otobüsü yakaladık. Başka ulaşım
alternatifi de yok. Taski var mı taksi
ile ne kadara dönülürdü hiç bilmiyorum. Merkeze döndüğümüzde GVB biletlerimizi
açtırıp(Burada otobüslere falan hem binerken hem inerken okutuyorsunuz.
Biletleri okuttuğunuzda aktif hale geliyor bizim biletletlerimiz daily’isi 24
saat geçerli) . Geldimizde vakit henüz erkendi. Konu nasıl oraya geldi
bilmiyorum ama Amsterdam'da çok büyük bir cami olduğunu ve adının Ayasofya
olduğunu öğrenince merakla oraya gidelim dedik arkadaşımızda sağolsun bizi
kırmadı ve tramwayla o tarafa gittik. Buranın mimarisi ile tuğladan yapılmış
gerçekten büyük ve değişik olmuş. Sonra Simit sarayında bir çay keyfi yapalım
dedik.
Allah’ım feryadımı artık duysan diyorum
diyor da bunun benim onu günde 18 km yürütmemle akalası yok vallahi yok bak ;)
Simit sarayımızın da şurada bir fotoğrafı
olsun.
Kocama da bir ödül olsun niyetiyle Ajax
Arenaya gidelim dedik tramvayla çok rahat buralara ulaşabiliyorsunuz ve
Arenanın oralar Pazar günü olduğu için bomboştu, maç falanda yoktu tabiki.
Stadın etrafında fotoğraf çekilirken benim için olabilecek en güzel şeyi
gördük. I Amsterdam yazısı :)) Hem de bomboş :) Kocam için olan ödül bana döndü
her harfte şekil şekil fotoğraf çekildim. En son aşağıda gördüğünüz gibi azarı
yedim yeter eve diye puhahahha :)) Bu yazıdan 3 tane varmış. 2 tanesi geziciymiş her hafta farklı yere
çekiyorlarmış .Hatta bir süre arkadaşımın evinin önünde durmuş ama ben gelene
kadar çekmişler. Bir tanesi fix Rijskmuseum'um önünde duruyor. Oradaki hiçbir
zaman boş kalmıyor. Biz müze için 9 gibi gittik o saatte bile birileri vardı.
Boş yakalamak tamamen şans yada çok erken kalkacaksınız. Arkadaşımızın
ev-odasında akşam yemeğine gidiyoruz :) Tabiki sonra gelip otel odamızda
yorgunluktan sızıyoruz :))
Önce her Harfte tek tek çekileyim J
Sonra kombinasyonlar ikili tekli falan
Bunu eve götürlebilir miyiz?
Yeter artık düş önüme yürü otele :P
Oleyyy müzenin orada da var biraz da burada
çekilelim puahhaha
Pazartesi günü bendenizin çok
sevdiklerinden biri olan müzeler günü ilan ettik. Birinci tavsiyem uzun
kuyruklarda vakit ve nakit kaybememek için biletlerini online alıp çıktısını
alın. Birinci avantajı bilet gişesi kuyruğu beklemeyip hemen geçiyorsunuz. 2.
avantajı bir miktar daha uygun oluyor. Amsterdam'da gerekli gereksiz herkese
her şekilde hitap eden bir çok müze var. Rijskmuseum, Van gogh Museum, Anne
Frank Museum, Willet- Holthuysen Museum, House Boat Museum, Hermitage Museum,
Sex Museum, Madame Tussaund's Museum, Heineken Experience, Diamond Museum, Nemo(Bilim
ve Teknoloji Müzesi), Tulip Museum, Amsterdam Dungeon(İşkence Müzesi). Bunların
hepsine ne zaman ne de para yetmeyeceği için ben kendine 3 müze ile sınır
koydum. Yine çılgınım falan ama rasyonel bir insanım. Matemetik ağırlıklı
okumanın hayatta sana bazı faydaları oluyor :) Bir de hocalara yok efendim
bunlar bizim hayatta nerede işimize yarayacak diye isyan edermişsiniz
etme:) Açıkcası İşkence müzesi, Elmas
müzesi falan gibi müzelerin gereksiz olduğunu düşünüyorum. Ben buralara kadar
gelmişim Van Gogh müzesini görmek isterim dünyaca ünlü ayçiçeklerini, odasını.
Bir de meşhur Rembrant tablosu ve diğer
sanat eserlerini görmek için Rijskmuseum ki Hollanda Tarihi ile ilgili şeyleri
de görebiliyorsunuz. Son olarak da kocama bu müzeleri gezerek çektiği eziyetlerin
ödülü olarak Heineken Experience :)) 3 müze bir gün için yeterli olur diye
düşündüm. Madame Tussaund'a gidilebilir ama bence fırsatınız varsa
Londra'dakine gidin oradaki en büyük olan galiba.
Vermişim sırtım Rijkmuseum’a kafam rahat
Sabah dün açtırdığımız tramvay kartları ile
Dam meydanındaki duraktan binip Museumplein'de inerek 3. günümüze başlıyoruz.
Kahvaltı olarak Albethein'lardan taze sandviç ve taze sıkma meyse suyu
alıyoruz. Türk gibi kahvaltısı olan hiç bir ülke olmadığı için bu Avrupa'da
güzel ve zaman kazandıran bir kahvaltı. İlk durağımız Rijskmuseum. Bu müze
bence Hollanda sanat ve tarihini bir arada barındırıyor. Hollanda gemilerinin
nasıl yapıldığını, nasıl yürütüldüğünü, gemi parçalarını görebiliryorsunuz.
Dönemin silahları, kıyafetleri, porselen yemek takımları, bir platform üstüne
çıkamanıza rağmen boyunuzdan daha büyük bebek evleri vb.. Ve bir sürü resimler
var.
Benim en çok ilgimi çeken müzenin 2.
katında bulduğumuz kuytu bir bölmede Sultan Ahmet(Hani şu Kösem'in Padişahı
olan Ahmet :)) ve o dönemde Osmanlı ile ilgili yapılmış bir sürü resim. Sarayın
ve dönemin halkının yaşayışını anlatan resimler. Zamanın Hollada elçisinin
yanında gelen ressam tarafından yapılan resimler. Sadzamından paşasına
yeniçerisinde cariyesine kadar çizmiş. Halktan insanlarıda çizmiş. Hatta bir
divan toplantısını bir kabadayıyı bile çizmiş. Osmanlının o zamanki halini
Hollanda'da böyle önemli bir müzede görmek yine gurur damarlarımızı kabarttı.
Haremdeki eğlenceleri bile resmetmişler. Ama ne zormuş ya o devir adama
fotoğraf çekemediği için 2-3 düzine resim yapmış.
Saat 11 gibi idi bir sonraki müzeye
biletimiz saat 13 de olduğundan aradaki boşluğu değerlendirmek için Leidspleine yürüyüp artık yurtdışı
gezilerimde geleneklerimden biri haline gelen Hard Rock cafe'de bira patates
yapıyoruz. Hard Rock kafenin konumu çok güzel. Bir kanalın içinde oturuyorsunuz
gibi. Dünyanın en huzurlu yerlerinden biri diyebilirim. Size de tavsiye ederim
;)
Hard Rocktan sonra tekrar Museumplein'e
dönüp Van gogh için saatimizin gelmesini çimenlere yayılıp bekliyoruz. Buralara
kadar gelmişken dünyanın en iyi ressamlarından birinin resimlerini canlı canlı
görmeyi tecrübe etmek lazım di mi ama di mi ama. Adamın kesinlikle bir
derdi var. Resimlerden bu hissi alıyorsunuz. O'da benim gibi zamanında kıymeti
bilinmemiş bir insan. Ben öldükten yıllar sonra değerim anlaşılacak ahh ahh :P
Öğle yemeği için çok vakit kaybetmeyelim
dedik ve museumpleine yakın olan Vondelpark'ı da görmek için yine Albert
Hein'dan birer sandviç meyve suyu menüsüyle kendimizi parka attık. Vondelpark
şehrin göbeğinde kocammaaaaaaaaaan bir park. Bugün güneş yüzünü gösterdiği için
güneşi gören Hoollandalılar sere sepre Vondelpark'a atmış kendini. Çimenlerde
oturuyorlar güneşleniyorlar, bisiklet kullanıyorlar. Bir parkın bayağı içine
kadar gitmemize rağmen ancak yarısına gelebildik. Çimenlere ceketlerimizi serip
yayıldık. Yeşillikleri gölü kuşları izledik.
Vondelparkta çocuklar gibi şendim :)
Parktan sonra sıradaki müzemiz Heinken experience ona yakın olan tüm
günlük tramvay biletlerimizle Van Baerlastraattan tramvaya binip oude Pıjp de
uygun bir durakta iniyoruz. Azıcık sokaklarda kaybolarak azıcık sora sora
pazarı buluyoruz. Evet evet bildiğiniz Pazar. Haftaiçi her gün saat 17'ye kadar
Albert Cuypmarket diye geçen pazar. Ben
değişik ürünler ucuz hediyelikler bekliyordum ama açıkcası Çicek pazarından
falan farklı pek bir fiyat bulamadım.
Sadece dün akşam arkadaşımın evinde yediğimiz çilekli turtadan sonra
çilek aldım. Bildiğiniz çilek çilek kokan hayatımda yediğim en lezzetli
çileklerdi.
Pazardan sonra bugünün kocaya ödül kısmı
olan Heineken Experience'a. Burası Heinekenin ilk fabrikasıymış. Adamlar
buradan da para basma yönetimini bulmuş. Bence eğlenceli ve güzeldi. Hem bira
nasıl yapılıyor onu görüyorsunuz hem de 2 buçuk bira içiyorsunuz.
Heineken eğlencesi J
Bu kadar aksiyona biraz dinlenmek için Dam
meydanına otele dönüyoruz Allahtan tramvay kartlarımız var onlarla hemen Dama'a
dönüp otelde biraz dinlendik. Amsterdam'daki arkadaşımızla oradaki kafelerden
birinde bir şeyler atıştırkdık. Kendilerine has bir yemekleri olmadığı için
steak, pizza, sushi falan yiyebilirsiniz. Yine ayakların isyan ettiğini bir
uyku için otele döndük :)
Salı son günümüzdü. Sabah 9 gibi otelden
çıkışımız yaptık. Otelin sahipleri Türk'tü. Zaten elini sallasan Türk'e
çarpıyor. Uçağımız öğleden son idi bavulları orada bırakmamıza izin verdiler
biz de son günümüzün baulsuz tadını çıkarmak için yollara attık kendimizi.
Aslında bugünkü amacım 9 straatsları dolaşmaktı. Bunlar alışveriş dükkanlarının
olduğu sokaklarmış. Bizim otel Centrala yakın olduğu için Brouwersgracht yani
bira yapımcıları kanalı hani meşhur boat evlerin olduğu yer üzerinden
sokaklarda kaybola kaybola gideriz fotoğraflar çekeriz diye düşünmüştüm. Yani
son gün serbest zaman :P Zaten Brouwersgracht'tan dümdüz güneye doğru inecektik
nasıl kaybolabilirdik di mi
Brouwersgracht’ın sokakları
Bir şehri gezmenin en güzel yolu
sokaklarında kaybolmaktır J
Şu bankta otursam kalsam kimse bana
dokunmasa
Ama ben herzaman başarılamayanı başarırım.
Boat evlerin fotolarını çeke çeke beğendiğimiz sokaklardan aşağıda doğru
gidiyoruz. Döndük dolaştık kocam aaa bak
bak süper bir kathedral gördüm ne buldum heyecanıyla beni bir yere sürüklemeye
başladı ki ne görelim bu Dam meydanındaki Nieuwe Kerk. Gül gül çekinme
arkadaşım. Yani o kadar yürüdük başladığımızı noktaya geri geldik :))Anna Frank
huis'a doğru giderek tekrar denemeye çalışırken kocam deniz bisikletri
kiralayan yerler gördü. Sorduk 20 euro deposit kişi başı 10 euro , aile
paketleri de vardı. Çok istiyordu bende 9 sokaklardan vazgeçtim. Hadi binelim
dedim. Bir istasyondan alıp başka bis istasyona bırakıp depositonu
alabiliyorsun. Biz en son bir kaç hediyelik almak için Çiçek pazarına
uğrayacaktık bundan en yakın durak olan Leidsplein'e bırakmaya karar verdik ama
sorun oraya varmak :) Aslında çok eğlenceli ilk gün yaptığımız kanal turu mu bu
mu derseniz bu ama kesinlikle kondisyon lazım. Çevir çevir gitmiyor anam
gitmiyor yavrummm bacaklarım böyle çile görmedi. Bir de ilk altıdığımızda istasyondan bir çift
Japon kızla aynı anda çıktık. Onlar bastı gittler. Biz yerimizde dönüp
duruyoruz. Zaten 1 saatliğine kiralamışız 5- 10 dakika orada dönmekle geçti :)
Neyse kaptan koca dümeni çözdü de ilerleyebildik.
Bakmayın gülümsediğime ayaklar İsyaaaaannnnnnn diyor
Kanal bisikletinden Kanal evleri görüntüsü
Kanal haritası verdiler ama kanallarda da
kaybolmayalım diye küçük bir kanala girip geri döndük aynı yolumuzdan dümdüz
devam ettik. İstasyona yakın suya düşmüş bir bisikleti kurtarmaya
çalışıyorlardı biz de bisikletin yanına yanaşıp kurtarılmasına yardım bile
ettik, ustalaştık yani :) Bisikleti istasyona bıraktıktan sonra Çicek
pazarından son hediyelik alışverişlerimizi yaptık ve Kalverstraat üzerinden ver
elini Dam meydanı :)
Dam meydanına geldiğimizde hala 1 saat
kadar vaktimiz vardı hadi Red light' a bir daha gidelim dedik. Gitmez olaydık.
Arkadaşlar, dostlar siz siz olun gündüz gitmeyin. Bildiğin teyzeler,nineler
dükkanlarda. Gördüğüm bazı görüntüleri hafızamdan silememekten korkuyorum.
Gündüz zamanı outletmiş meğer. Biz nereden bilelim. Ama şunu da söyleyeyim
gündüz normal bir sokak gibi. Oturup yemek yiyip bir şeyler içebileceğiniz
kafeler var, evler var. Tabi bunları gece göremiyorsunuz. Bir de siz siz olun
fotoğraf çekmeyin. Grafitili bir duvarda poz verdik foto çekiliyorduk Yandaki
abla cama vuruyor bize küfür ediyor. Başkaları bize gösterdi de farkettik hiç
üstümüze alınmıyorduk. Onu çekiyoruz falan sandı herhalde ama meğer orada foto
çekmenin yaptırımları varmış polis yakalasa makinene el koyup bir de 100 euro
gibi iyi bir ceza kesiyormuş.
Bu foto uğruna az daha dayak yiyecektik
puahaha
Bu da ilk Coffeshop’muş.
Kanalın karşı kıyısındaki bir ablada
müşteriyle pazarlık ediyordu. Zoom yapıp çekeyim dedim abla anladı kapıyı açıp
bize sövmeye bağırmaya falan başladı. Biz nasıl kaçıyoruz. Arka taraflardan
falan dolaştık. Son saat son saat başımıza iş açacaktım. Yok yok çekemedim
resmi :))
Saatin 3e yaklaşmasıyla otelden bavulları
aldık, central stationdan Schiphol havalanına tren biletlerimiz aldık. 10dkda
bir tren var sıkıntı olmuyor. 30 dk falanda tren sürüyor. Havalanında sadece
uçağa alınan kapıdan önce bir arama var öyle bizim gibi 2-3 kere arama yada
kapılardan geçiş yok.
Seni çok özleyeceğim Amsterdam ühühühühüh
4 günde görülmesi gezilmesi yapılması
gerekenleri bence rahat rahat yapıyorsunuz. Kocama sorsan belki rahat rahat
demez :) Ha daha kalsanız yapacak şey bulur musunuz evet ama şehrin genel
havası tadını almak için yeterli :)
Kucak dolusu öpücükler :))
Not: Biraz foto bombardımanı bir yazı
oldu ama hepsi benim yavrularım J