24 Şubat 2016 Çarşamba

Amsterdam - 4 gün yeter mi bence yetmez

Hollanda özgürlükler ülkesi yada fazla mı özgür ne.
Hep Amerika için duyduğumuz bu özgürlükler ülkesi tamlaması bence tam Hollanda'ya göre. Geçtiğimiz haziran ayında 4 günlük bir Amsterdam gezimiz oldu eşimle birlikte. Ben çok sevdim şehri. Şu ana kadar gidip de sevdiğim sehirler arasında garanti ilk 3'te. Yine yapacak çok şey ve az zaman var tabiki.
Benim gittiğim şehirdeki herşeyi yapmak istemek gibi kötü bir huyum var. Müzede gezeceğim heryeri de göreceğim gece klübüne de gideceğim . Bir kısıtlama yapmıyorum sonra da haşatım çıkıyor :))

Amsterdam diyince herkesin aklına ilk kek yedin mi, Redlight'a gittin mi , cigara içtin mi geliyor tabiki. Siz hiç öyle şeyler düşünmezsiniz canım ama ben yine de söyleyeyim. Kek yemedik, aslında eşime yedirmeyi düşündüm ama eşim 1.80 iri yarı olduğu için keki yese bir şekilde beni düşman gibi hayal etse bir çaksa bana yıldızları sayacağım için bu düşünceden vazgeçtim. Kendin niye yemedin dersen benim halihazırda çok çalışan bir hayalgücüm var (Rüyamda Türkiye Cumhurbaşkanı'nı suikastten kurtaran bir ajandım bir defasında var sen düşün gerisini) bir de o keki yersem neler görürdüm neler yapardım tahmin edemedim. Ha bir de kime Amsterdam'a gidiyoruz desek herkes bir kek yeme hikayesi anlattı. Yok birileri otel odasına kapanmış birileri katillerden kaçmış vs.. Özetle dinlediklerimden yemeye niyetiniz varsa 1 gününüz garanti gidiyor. Çünkü etkisi en az 4-5 saat sürüyor tabi kişiden kişiye değişir.
Cigara'da içmedim ama şehirde parklarda banklarda her yerde herkes tüttürdüğü için içmiş kadar oluyorsunuz. Sürekli bir koku var bir koku var diyordum sonradan çakozladım o kokunun cigara kokusu olduğunu. Redlight'a geleceğim ilerleyen kısımda.
Bisikletlilerden bence uzak durun biz Avrupa’dayız yeawwww bize herkes yol verecek diye kendimizi yollara atarken bir tane 60 yaşında teyze deli gibi süratli bisikletle üstümüze gelip bir de zil çalıyordu. İlk günün sonunda öğrendik ki geçiş üstünlüğü bisiklet,yaya, araba imiş. Ezerler valla o derece kullanıyorlar bisikletleri.

İlk farkettiğim şey şehrin havası gerçekten çok temiz. Rahat nefes alıyorsunuz. Bir de çok sessiz benim sesim sokaklarda çınlıyordu resmen. Yine yürüyerek gezilebilecek bir şehir  en bir sevdiğim. Görülmesi gereken her yer birbirine çok yakın. Cumartesi bizim uçağımız 12 buçuk gibi iniyordu. Havaalanından trenle şehre ulaşım çok kolay direk tren var 30 dk falan sürüyor.  Tren biletlerini kiosk makinalardan kredi kartı ve nakit ile alabiliyorsunuz. Kredi kartına biraz fazla ücret kesiyorlar üstünüzde yeterli varsa nakit ile alın. Avrupadaki genel olarak tren metrolardaki gibi biletinizi perona giderken de okutmanız gerekiyor. İnince de okutuyorsunuz.
Amsterdam Central'dan geçen bütün trenler sizin için uygun. Ama bir tanesini çok dolaşıyor. Bu sebeple bilet alırken rotaya bakıp buna dikkat edin. Bir de örneğin Paris - Amsterdam trenine aldıysanız dikkat Parise gidene binmeyin :)) Sonra bu yazı bir işinize yaramaz kendinizi  Shanzelize de bulmayın :) Trenler 1 ve 2 nolu platformlardan kalkıyor. Tren biletini aldığınız salondan 1 kat aşağıya iniyorsunuz.  Bilet 9 euro ama kredi kartı ile alınca 10 küsür oluyor.

Seni yeneceğim Amsterdammmmm J İstanbul’da Haydarpaşa’dan trenden inip bunu yapamadan yandı bari burada yapayım dedim.

Amsterdam Central Dam meydanına 5 dk yürüme mesafesinde. Bizim otelimiz Dam meydanının arka caddesindeydi.  İlk hedef otele bavulları  atıp günü öldürmeden olabildiğince çok şey görmekti. Tabiki klasik avrupa otellerinden daracık bir oda. Çift kişilik bir yatak minik bir askılık ve banyo tuvalet. Amsterdam'da evler eski çok dar. Ve genelde asansör falan yok merdivenlerde çok dik. Yani çok ağır bavul götürmeyin adam sizi 4. kata verir valizi çıkarana kadar ananız ağlar. Otel çok merkezi olduğu için iyi bir para da ödedik.

Amsterdam'da 1. günümüz otelden çıkınca başlıyor.  Hafif kazınan midelerimiz için bir şeyler yiyelim dedik, buranın nesi yenir dediğimizde  "Manneken Pis" dediler.  Her yerde göreceksiniz zaten yani bildiğin külahta patates yahuu. Biz battal boyunu aldık 2 kişi diye ama cidden kocaman. Elimde gören kadınlar aaa kıza bak diye birbirlerine beni gösteriyorlardı.  Çok güzel soslarıda var. Artık içinizden geçeni deneyin. 

                                                                 Öksüz doyuran patateslerim J


İlk olarak bize çok met edilen kanal turu yaptık ama benim size tavsiyem deniz bisikleti ile kanallarda tur atmanız. 4 kişi daha ekonomik oluyor tabi ama kişi başı 10 euro, kanal turuda zaten aynı para. Kendiniz kanallarda gezmek daha zevkli oluyor. Aaa bak  ama bacaklarım koptu canım çıktı resmen. Çevir Allah çevir ancak 1 metre yol gidiyoruz. Deniz bisikleti maceramız son gün yaptık detaylara orada değineceğim :))

Damrak caddesi üstündeki kanal turlarından birine  bindik. Hepsine sırayla sorup pazarlık yapın. 20 den başlayıp 10 euroya bulduk biz mesela. Kanal turunun espirisi kaptan amca size Amsterdam ve Hollanda ile ilgili bilgiler veriyor. Tarihi yerleri, bölgeleri falan  kanallarda dolaşarak gezip görüyorsunuz, tekne evlerin yanından geçiyorsun falan filan. Benim aklımda kalan en önemli bilgi Hollanda kanunlarının biraz fazla gevşek olduğunu söylüyordu. Örneğin 3 yıllık hapis cezası için Hollanda'da adam öldürmek gerekir hem de 2 kere dedi. Artık espiri mi gerçek mi bilemem.
1 saat kadar sürüyor. Aldığı yere bırakıyor sizi.


Amsterdam’ın Dans eden Kanal evleri ama yalannnn bildiğin evler sarhoş J






Kanallar kanallar

Kanal turundan sonra Damrak'tan Dam meydanına doğru yürüdük. Dam Meydanının batısında Kraliyet sarayı  yanında De Nieuwe Kerk yani yeni kathedral kraliyet ailesi ile ilgili törenler burada oluyormuş. Bir tarafında meşhur Kathedral, güneyinde Madame Tussand's müzesi, doğuda eski ve meşhur bir hotel. Onun önünde de National Monument var. Kısacası bol bol fotoğraf çekilebileceğimiz bir meydan :))  Ayrıca bir sürü sokak göstericileri atlı arabalar ile hep hareketli bir yer.
Kliseye ve Saraya giriş ücretli bu sebeple girmedik. Roma'da alasını bedava gezebiliyorsunuz orada köşe başı klise. Kapısından kafamızı uzatıp baktık :) Belki bizdeki biraz doygunluktan kaynaklı ama dediğim gibi daha iyileri var.

Saraylardan beri gelmiyorum efenim J




Bu da kraliyet Katedrali kapıdan bakın 10 euro vermeyin ;)

Buradan Madame Tussands's sağından Kalverstraat'a giriyoruz. Burası alıveriş edebileceğiniz bir sürü dükkanın bulunduğu hareketli bir cadde. Buranın sonuna doğru küçük bir kapıdan geçerek bu karmaşa ve hareketin içinde huzurlu ve sakin bir gün geçirebileceğiniz Begijnhof'a varıyorsunuz.Burada hem Amsterdam'ın en eski yerleşim bölgesini hem de zamanında  tam anlamıyla rahibe olmayan dindar kadınlar topluluğunun(böyle diyorum çünkü isterlerse evlenmek için ayrılabiliryorlarmış) manastır olarak kullandığı evleri ve  küçük English Reformed Church kliselerini görebiliyorsunuz.  34 numaralı ev mezkez Amsterdam'ın en eski 2 tahta evinden biri. Şu anda kalan nadir tahta evlerden. Amsterdamlı'ların en büyük 3 korkusu olan Salgın hastalık,Sel ve Yangın(XXX)  olan yangın yüzünden artık evler tuğladan yapılıyor. Aslında  uzun vakitiniz varsa burada kitabınızı alıp bir yere serilip 1-2 saat geçirilebilir. Ama bizim o kadar vaktimiz olmadığı için gezip fotoğraf çekilip gezi rotamıza geri dönüyoruz.

Bu kapının arkasında dünyanın en huzurlu mahallelerinden biri var.

Rahibe görünümlü rahibe olmayan kadın


 34 Numaralı tahta ev,

Hollandalılar çok uzun gerçekten kadın erkek çok uzunlar. Size yaşadığımız küçük bir anla ne kadar uzun olduklarını canlandırmaya çalışayım. Bankalara oturup dinlenip etrafı izliyoruz. Yan bankta bir kız oturuyor. Bir arkadaşını gördü merhaba demek için ayağa kalkacak ayağa kalkması abartmıyorum 2 dk sürdü. Kız kalk kalk bitmiyor. Biz böyle aşağıdan yukarıya bakıyoruz kafalarımız en ön koltuktan Imax film izler gibi oldu. Ben böyle uzunluk görmedim. 2 metre 10 cm falandır. Hadi bu kadar uzun insan var ama bu bir kadın arkadaşım. Zaten kadınların boy ortalaması 1.83 mü neymiş. Kendinizi buna hazırlayıp gidin. Ben hazırlıklı gitmiştim ama eşim boy kompleskine girdi resmen :)

Laleleriyle meşhur olan Hollanda'nın meşhur çiçek pazarını görmeye  Bloemenmarkt'a yola koyuluyoruz. Kalverstraat'tan devam edip Singel'a gelince kanalın karşısında Pazar zaten dikkatinizi çekiyor. Burası hediyelik eşyacılar çiçek tohumları zaten güzel bir Pazar diyebiliriz. Çiçek pazarı adını farklı farklı tohumlar ve canlı çicekler ile haketmiş bence. Karşısında da hediyelik eşya dükkanları var. Biz almamıştık ama diğer arkadaşlarım buradan sweetshirt falan almış 10 euroya yani iyi fırsatlar ele geçebiliyor o yüzden dükkanları bir dolaşın. Ama bu tip turistik yerlerin hepsinde pazarlık yapın. Bizim kapalı çarşı hesabı hep fiyatlar biraz şişirme. Tahta laleler, tahta takunyalardan almadan buradan çıkmayı başarabildim :)  Son gün lale tohumları almak ve bir kaç magnet  için tekrar uğramak üzere buradan da ayrıldık.  Bu arada gözüme kestirdiğim bir kaç magneti aldım. Şunu söyleyeyim Amsterdam'da magnetler çok güzeller. Şu anda buzdolabımda bildiğim bir Amsterdam kanal Mahallesi kurulu :) 

Ben tahta değil gerçek lale tohumları aldım ektim Nisan’da çıkınca paylaşırım artık.
Siyah dediiler ama inşallah kandırmadılar J

Amsterdam kanal evleri biraz yamuk ve hepsinin tepesinde bir kanca var. Kimileri bunlara dans eden evler diyor ama bence bunlar bildiğin sarhoş evler :)) Ya yapan mütehitlerin kafaları çok kıyaktı yada bir sebebi var dedik. Bize evlerin kapıları dar ve merdivenleri çok dik olduğu için eşyaları pencerelerden bu kancalar yardımıyla taşıdıkları, bundan dolayı da eşyalar çarpmasın diye evlerin bazıları öne eğik bazıları da geriye yatık şekilde yapıldığı anlatıldı. Ayrıca malum Amsterdamın altı su dolu olduğu için temeller zamanla çökerek ayrıca bir yamukluk ve yatıklık yatıyor hem binanın kendi içinde hem de yandaki binalara doğru. İnsanların da binaların da kafası güzel kısacası.
İşte sarhoş evlerden biri J

Şimdi bunu yapan mütehatite ne demeli?


Çiçek pazarını bitirdikten sonra Muntplein üzerinden meşhur ve görülmesi gereken meydanlardan biri olan Rembrantplein'e yürüyoruz. Burası Amsterdam'ın hareketli meydanlarından biri. Meşhur Rembrant tablosundan esilenilen heykel yüzünden bu ismi almış sanıyorum. Meydan da bir sürü kafeler ve restaurantlar var. Bir de gece klubü Studio 80 iyi DJ'lerin çıktığı. Bu gece klubü gidilecekler listemdeydi ama kocamın yorgunluktan bayılması üzerine gitmekten vazgeçtik. Gidecekler için gitmeden önce sitesine gidip gideceğiz gün hangi grup çıkıyor öğrenmeniz gerek zira kapıda soruyorlar. Biz sadece Cumartesi Pazar ve Pazartesi geceleri oradaydık ve klüp Pazartesi kapalı. Gece hayatı sevenler de bunu bilir ama gece bir klübe gidecekseniz yada çıkıp eğlenecekseniz bence Cumartesi gecesini tercih edin. Genelde yurtdışında gördüğüm Cumartesi geceleri diğerlerine göre daha eğlenceli geçiyor. Biz bir kafede oturup Amstel biralarımızla yorgunluk attık. Bu arada Amstel birası eskiden buradan geçen Amstel nehrinin sularından yapılırmış. Adı buradan gelirmiş. Bence Amstel ehh fena değil. Ama çok bira insanı değilim. Heineken daha iyi ama bira sevmeme rağmen şu ana kadar içtiğim en güzel ve en iyi biralar Prag biraları. Bence 1 numara zira Avrupa'da en çok bira tüketilen yerde Çek Cumhuriyeti Prag imiş. Neyse  bu yazı daha fazla Prag yazısına dönmeden. Yolculuk ve hemen yaptığımız gezinti falan yorulmuştuk ve otelimize döndük. Amsterdam da bayıldığım yürüyerek gezilen şehirlerden. Dam meydanında bir şeyler yiyecek yer bakıyoruz. Hollanda'nın kendilerine has mutfağı yok. Öyle yenilecek özel bir şey yok yani. Her yer steakhouse'cu dolu biz de burada yaşayan arkadaşımızın tavsiye ettiği bir tanesine giriyoruz. Dam meydanında Cau diye bir mekan. Fena değil. 2 kişi 50 euro ödüyoruz. Eh işte normal gibi ama açıkcası 50 eoruluk bir şey değlidi. O yüzden bence steak yerine pizza falanda yenilebilirdi.  Eğer özel bir yiyecek yoksa yemeğe yurtdışında bu kadar para vermeyi pek sevmiyorum açıkcası.

Yemekten sonra otelimiz de biraz dinlenip Redlight tarafına gidiyoruz. Otelimiz Red light'ın arka sokağı sayılır. Dam meydanında anıtın arkasındaki otelin sağından girdiğiniz de Red light bölgesine çıkmış oluyorsunuz. Akşam gittiğimiz için iğne atsan yere düşmüyor. Bize çok değişik geldi açıkcası. Redlight tek bir sokak değil bu arada 3 tane paralel sokaktan oluşuyor diğerlerini de gezin yani. Evlerin büyük camekanları var malum ablalarımız da iş kıyafetlerini giymiş - jartiyer vesaire yada tanga ve gögüslere minik yıldızlar - müşteri bekliyorlar her esnaf gibi. Tabi saçlar fönlü ful makyaj. Bazıları camlara vurup sizi çağırıyor. Pazarlık edenlere de rastladık. Uzun ve kısa olmak üzere 2 tarife varmış. Pazarlıkta anlaşınca camekandan içeri alıyor perdesini kapatıyor. Arkada bir oda varmış. Olaylar orada dönüyor. Bir kere çok turistik bir bölge. Buranın pis bir bölge olmasını beklersiniz ama hiç öyle değil. Son gün gündüz de uğradık bildiğini çoluklu cocuklu insanlar geziniyor.Normal kafeler restaurantlar var. Gündüz deneyimine tekrar geleceğim. Bir kaç uyarı mavi ışıklı camekanlar Trans'ların camları onlar daha agresif ve kaldıramayacaksanız hızlı hızlı geçin.  Biz neredeyse 3 sokağın tamamanı gezdik her çeşit kız var. Sarışını esmeri kumralı zayıfı balıketlisi tombulu. Ben 1-2 çok güzel kız diyebileceğim kız gördüm. Bu ablalarımız bu camekanları kendileri kiralayabiliyorlarmış. Hani çok da öyle bir kötü yola düşme olayı söz konusu değil buralarda.  Eskiden bu tip işler bu kadar aleni yapılmadığı zamanlarda bölgede bu tip işleri yapan ablalar kapılarına kırmızı fener asar ve yaktıklarında açık oldukları belli olurmuş Kırmızı fener sokağı muhabbeti de oradan geliyormuş. Siz siz olun foto çekmeyin. Bizim başımıza gelenleri son güne gelince anlatacağım :)
Casa Rossa var bir de gidin çok değişik bir deneyim diye söylenen. Seks tiyatrosu. Adamla kadın bildiğin canlı yapıyorlamış. Bir Türk çiftle beraber geziyorduk. Beyler girmemize izin vermedi halbuki ben merak etmiştim :))
Ama siz gidin ya. Bir kere gelmişsiniz Amsterdam'a ;) Haa bir uyarı daha outlet'e siz siz olun girmeyin. Evet bu işinde outleti varmış.Arkadaşlarla bir şeyler içip biraz sohbet etmek için Dam'a yakın İrish pub'a gittik. Atmosferi güzel bir şeyler içmek için uğranılabilir. Bana kalsa Studio 80'ye gidelim dedim ama beyleri çok yormuşuz otellere gidip sızıldı :))

Pazar günü Amsterdam'da yaşayan arkadaşımız da bize katılacaktı. Önce yeldeğirmenlerini görmeye Zaanse Schans'a oradan da balıkçı kasabası olan Volendam'a gitmeyi planladık.  Otel zaten tren istasyonuna çok yakın olduğu için sabah 9.30 gibi tren istasyonunda buluştuk. Bu arada burada Albert Hein diye marketler var. Bunlarda taze sandviçler kurabiyeler kruasanlar taze sıkılmış şişe meyvesuları var ve fiyatları da gayet uygun. Biz kahvaltıyı bu şekilde yaptık. Su çeşmeden de içilebiliyor o yüzden 1 şişe suya 3 euro vermeyin. Tren istasyonu diyorum ama burası otobüs, tren, tramway herşeyin merkezi. Ben normalde nereye hangi otobüsle gidilir çok sıkı takip ederim ama arkadaşıma güvendiğim için kendimi ona bıraktım. Zandaan'a giden 391 nolu kırmızı otobüslerle gittik.
Burada otobüs ve tramway için aynı biletler kullanılıyor. GVB diye geçiyor ve günlük olarak satın alınabiliyor. Biz yanlışlıkla bunlardan almışız ama bu kırmızı otobüsler şehirler arası otobüs gibi sayılıyor ve farklı bir bileti var ama o da günlük idi şöförden alabiliyorsunuz. Yarım saat gibi bir zamanda varıyorsunuz. Bence mutlaka gidilip görülmeli yeldeğirmenleri ve evleriyle bir masala diyarı gibi bir yer.


Ben bu köye yerleşeceğim tutmayın beni...

Yeldeğirmenlerin etrafında yürüyüp bol bol fotoğraf çektirdik. Peynirleri de meşhurmuş alabilirsiniz. Peynirleri bir marketten alırız dedik ama dehşet güzel olan pesto sosluyu alın zira hiç bir markette bulamadık. Bir de lavantalı bize çok ilginç ve güzel geldi. Fotoğrafla çok arası olmayan sevgili kocacığım peynir dükkanındaki Hollanda köylüsü kılığındaki kızla fotoğraf çekilmek istedi. Onu çektik beni çektik kız bize Türkçe “Ben de Türk'üm Hoşgeldiniz demez mi” :)) Hayır adam fotoğraf çekilmek istemez istemez o kadar insan arasından Türk'ü bulur :))

Hollanda köylüsü görünümlü Türk kızı J

Kıkırdaya kıkırdaya evlerin arasında dolaşmaya başladık. Sanki bir yerden Pamuk Prenses çıkacak öbür taraftan Külkedisi seslenecek gibi geliyor. İnsan bu evlerde bu bahçelerde yaşasa ömrü uzar, huzurun resmini çizemesem de çekebilirim size :)

Bu huzur değil de nedir? Böyle bir eviniz bahçeniz olsa ömrünüz uzar

İlgisini çeken olabilir şu bahsettiğim Albert Hein marketlerinin ilk şubesini de gördük burada. Buraları dolaştıktan sonra bir sonraki otobüs saati yaklaşınca durağa doğru gidiyoruz. Direk Volendam'a ulaşım yok, Central Station'a dönüp oradan Volendam'a giden otobüslere biniyoruz.
İlk Albert Hein, persil bile var canımm
Bu dev takunyaların içine çocuklar girip fotoğraf çekiliyor diye bunu benim yapamayağımı kim söyledi ki?

Hayat çok garip köprüler falan...

Bana şu arkamdaki evi alsak yaa...

Yine yaklaşık yarım saatlik bir otobüs yolculuğu sonradı kendinizi şu hep işi gücü bırakıp yerleşilecek balıkçı kasabalarından birinde buluyorsunuz.

Volendam meydanını 4 tarafını da görmüş olduğunuz J



Burası da liman deniz gemiler falan

Ama ben şahsen yerleşeceksem Zaanse Shans gibi masal diyarı bir kasabaya yerleşmeyi tercih ederim.  Sokaklarda dolaşırken kıyı boyunu kendiniz buluyorsunuz. Burada seyyar biçimde çeşitli balık, kalamar, karides gibi envayi çeşit deniz ürünleri yenilecekler arasında. Oturup yiyebileceğiniz restaurantlar da var ki yaklaşık kişi başı 15 Euroya çıkarsınız. Biz seyyarların daha lezzetli olacağını düşünüp seyyarlardan kalamar alıp Marken adasından adını alan Marker denizi'e karşı bira kalamar yapıyoruz .
Kalamar ve yengeç ayağı, bence seyyarları tercih edin ;)



Bize mi öyle geldi Efes’in şişesini mi çalmışlar?

 Marken adasına da geçin diye tavsiye ediliyor ama biz geçemedik. Magnet vesaire hediyelik alışverişlerinizi de buradan yapabilirsiniz yine Amsterdam merkeze göre bir tık daha uygun. İlk indiğinizde geri dönüş otobüs saatlerine bakın zira biz son otobüsü yakaladık. Başka ulaşım alternatifi de yok. Taski  var mı taksi ile ne kadara dönülürdü hiç bilmiyorum. Merkeze döndüğümüzde GVB biletlerimizi açtırıp(Burada otobüslere falan hem binerken hem inerken okutuyorsunuz. Biletleri okuttuğunuzda aktif hale geliyor bizim biletletlerimiz daily’isi 24 saat geçerli) . Geldimizde vakit henüz erkendi. Konu nasıl oraya geldi bilmiyorum ama Amsterdam'da çok büyük bir cami olduğunu ve adının Ayasofya olduğunu öğrenince merakla oraya gidelim dedik arkadaşımızda sağolsun bizi kırmadı ve tramwayla o tarafa gittik. Buranın mimarisi ile tuğladan yapılmış gerçekten büyük ve değişik olmuş. Sonra Simit sarayında bir çay keyfi yapalım dedik.

Allah’ım feryadımı artık duysan diyorum diyor da bunun benim onu günde 18 km yürütmemle akalası yok vallahi yok bak ;)

Simit sarayımızın da şurada bir fotoğrafı olsun.

Kocama da bir ödül olsun niyetiyle Ajax Arenaya gidelim dedik tramvayla çok rahat buralara ulaşabiliyorsunuz ve Arenanın oralar Pazar günü olduğu için bomboştu, maç falanda yoktu tabiki. Stadın etrafında fotoğraf çekilirken benim için olabilecek en güzel şeyi gördük. I Amsterdam yazısı :)) Hem de bomboş :) Kocam için olan ödül bana döndü her harfte şekil şekil fotoğraf çekildim. En son aşağıda gördüğünüz gibi azarı yedim yeter eve diye puhahahha :)) Bu yazıdan 3 tane varmış.  2 tanesi geziciymiş her hafta farklı yere çekiyorlarmış .Hatta bir süre arkadaşımın evinin önünde durmuş ama ben gelene kadar çekmişler. Bir tanesi fix Rijskmuseum'um önünde duruyor. Oradaki hiçbir zaman boş kalmıyor. Biz müze için 9 gibi gittik o saatte bile birileri vardı. Boş yakalamak tamamen şans yada çok erken kalkacaksınız. Arkadaşımızın ev-odasında akşam yemeğine gidiyoruz :) Tabiki sonra gelip otel odamızda yorgunluktan sızıyoruz :))
Önce her Harfte tek tek çekileyim J
Sonra kombinasyonlar ikili tekli falan

Bunu eve götürlebilir miyiz?

Yeter artık düş önüme yürü otele :P

Oleyyy müzenin orada da var biraz da burada çekilelim puahhaha


Pazartesi günü bendenizin çok sevdiklerinden biri olan müzeler günü ilan ettik. Birinci tavsiyem uzun kuyruklarda vakit ve nakit kaybememek için biletlerini online alıp çıktısını alın. Birinci avantajı bilet gişesi kuyruğu beklemeyip hemen geçiyorsunuz. 2. avantajı bir miktar daha uygun oluyor. Amsterdam'da gerekli gereksiz herkese her şekilde hitap eden bir çok müze var. Rijskmuseum, Van gogh Museum, Anne Frank Museum, Willet- Holthuysen Museum, House Boat Museum, Hermitage Museum, Sex Museum, Madame Tussaund's Museum, Heineken Experience, Diamond Museum, Nemo(Bilim ve Teknoloji Müzesi), Tulip Museum, Amsterdam Dungeon(İşkence Müzesi). Bunların hepsine ne zaman ne de para yetmeyeceği için ben kendine 3 müze ile sınır koydum. Yine çılgınım falan ama rasyonel bir insanım. Matemetik ağırlıklı okumanın hayatta sana bazı faydaları oluyor :) Bir de hocalara yok efendim bunlar bizim hayatta nerede işimize yarayacak diye isyan edermişsiniz etme:)  Açıkcası İşkence müzesi, Elmas müzesi falan gibi müzelerin gereksiz olduğunu düşünüyorum. Ben buralara kadar gelmişim Van Gogh müzesini görmek isterim dünyaca ünlü ayçiçeklerini, odasını. Bir de meşhur Rembrant  tablosu ve diğer sanat eserlerini görmek için Rijskmuseum ki Hollanda Tarihi ile ilgili şeyleri de görebiliyorsunuz. Son olarak da kocama bu müzeleri gezerek çektiği eziyetlerin ödülü olarak Heineken Experience :)) 3 müze bir gün için yeterli olur diye düşündüm. Madame Tussaund'a gidilebilir ama bence fırsatınız varsa Londra'dakine gidin oradaki en büyük olan galiba.


Vermişim sırtım Rijkmuseum’a kafam rahat

Sabah dün açtırdığımız tramvay kartları ile Dam meydanındaki duraktan binip Museumplein'de inerek 3. günümüze başlıyoruz. Kahvaltı olarak Albethein'lardan taze sandviç ve taze sıkma meyse suyu alıyoruz. Türk gibi kahvaltısı olan hiç bir ülke olmadığı için bu Avrupa'da güzel ve zaman kazandıran bir kahvaltı. İlk durağımız Rijskmuseum. Bu müze bence Hollanda sanat ve tarihini bir arada barındırıyor. Hollanda gemilerinin nasıl yapıldığını, nasıl yürütüldüğünü, gemi parçalarını görebiliryorsunuz. Dönemin silahları, kıyafetleri, porselen yemek takımları, bir platform üstüne çıkamanıza rağmen boyunuzdan daha büyük bebek evleri vb.. Ve bir sürü resimler var.

Benim en çok ilgimi çeken müzenin 2. katında bulduğumuz kuytu bir bölmede Sultan Ahmet(Hani şu Kösem'in Padişahı olan Ahmet :)) ve o dönemde Osmanlı ile ilgili yapılmış bir sürü resim. Sarayın ve dönemin halkının yaşayışını anlatan resimler. Zamanın Hollada elçisinin yanında gelen ressam tarafından yapılan resimler. Sadzamından paşasına yeniçerisinde cariyesine kadar çizmiş. Halktan insanlarıda çizmiş. Hatta bir divan toplantısını bir kabadayıyı bile çizmiş. Osmanlının o zamanki halini Hollanda'da böyle önemli bir müzede görmek yine gurur damarlarımızı kabarttı. Haremdeki eğlenceleri bile resmetmişler. Ama ne zormuş ya o devir adama fotoğraf çekemediği için 2-3 düzine resim yapmış.

Saat 11 gibi idi bir sonraki müzeye biletimiz saat 13 de olduğundan aradaki boşluğu değerlendirmek için  Leidspleine yürüyüp artık yurtdışı gezilerimde geleneklerimden biri haline gelen Hard Rock cafe'de bira patates yapıyoruz. Hard Rock kafenin konumu çok güzel. Bir kanalın içinde oturuyorsunuz gibi. Dünyanın en huzurlu yerlerinden biri diyebilirim. Size de tavsiye ederim ;)
Hard Rocktan sonra tekrar Museumplein'e dönüp Van gogh için saatimizin gelmesini çimenlere yayılıp bekliyoruz. Buralara kadar gelmişken dünyanın en iyi ressamlarından birinin resimlerini canlı canlı görmeyi tecrübe  etmek lazım  di mi ama di mi ama. Adamın kesinlikle bir derdi var. Resimlerden bu hissi alıyorsunuz. O'da benim gibi zamanında kıymeti bilinmemiş bir insan. Ben öldükten yıllar sonra değerim anlaşılacak ahh ahh :P

Öğle yemeği için çok vakit kaybetmeyelim dedik ve museumpleine yakın olan Vondelpark'ı da görmek için yine Albert Hein'dan birer sandviç meyve suyu menüsüyle kendimizi parka attık. Vondelpark şehrin göbeğinde kocammaaaaaaaaaan bir park. Bugün güneş yüzünü gösterdiği için güneşi gören Hoollandalılar sere sepre Vondelpark'a atmış kendini. Çimenlerde oturuyorlar güneşleniyorlar, bisiklet kullanıyorlar. Bir parkın bayağı içine kadar gitmemize rağmen ancak yarısına gelebildik. Çimenlere ceketlerimizi serip yayıldık. Yeşillikleri gölü kuşları izledik. 

Vondelparkta çocuklar gibi şendim :)

Parktan sonra sıradaki müzemiz Heinken experience ona yakın olan tüm günlük tramvay biletlerimizle Van Baerlastraattan tramvaya binip oude Pıjp de uygun bir durakta iniyoruz. Azıcık sokaklarda kaybolarak azıcık sora sora pazarı buluyoruz. Evet evet bildiğiniz Pazar. Haftaiçi her gün saat 17'ye kadar
Albert Cuypmarket diye geçen pazar. Ben değişik ürünler ucuz hediyelikler bekliyordum ama açıkcası Çicek pazarından falan farklı pek bir fiyat bulamadım.  Sadece dün akşam arkadaşımın evinde yediğimiz çilekli turtadan sonra çilek aldım. Bildiğiniz çilek çilek kokan hayatımda yediğim en lezzetli çileklerdi.
Pazardan sonra bugünün kocaya ödül kısmı olan Heineken Experience'a. Burası Heinekenin ilk fabrikasıymış. Adamlar buradan da para basma yönetimini bulmuş. Bence eğlenceli ve güzeldi. Hem bira nasıl yapılıyor onu görüyorsunuz hem de 2 buçuk bira içiyorsunuz.

Heineken eğlencesi J

Bu kadar aksiyona biraz dinlenmek için Dam meydanına otele dönüyoruz Allahtan tramvay kartlarımız var onlarla hemen Dama'a dönüp otelde biraz dinlendik. Amsterdam'daki arkadaşımızla oradaki kafelerden birinde bir şeyler atıştırkdık. Kendilerine has bir yemekleri olmadığı için steak, pizza, sushi falan yiyebilirsiniz. Yine ayakların isyan ettiğini bir uyku için otele döndük :)

Salı son günümüzdü. Sabah 9 gibi otelden çıkışımız yaptık. Otelin sahipleri Türk'tü. Zaten elini sallasan Türk'e çarpıyor. Uçağımız öğleden son idi bavulları orada bırakmamıza izin verdiler biz de son günümüzün baulsuz tadını çıkarmak için yollara attık kendimizi. Aslında bugünkü amacım 9 straatsları dolaşmaktı. Bunlar alışveriş dükkanlarının olduğu sokaklarmış. Bizim otel Centrala yakın olduğu için Brouwersgracht yani bira yapımcıları kanalı hani meşhur boat evlerin olduğu yer üzerinden sokaklarda kaybola kaybola gideriz fotoğraflar çekeriz diye düşünmüştüm. Yani son gün serbest zaman :P Zaten Brouwersgracht'tan dümdüz güneye doğru inecektik nasıl kaybolabilirdik di mi

Boat evler’den biri

Brouwersgracht’ın sokakları

Bir şehri gezmenin en güzel yolu sokaklarında kaybolmaktır J

Şu bankta otursam kalsam kimse bana dokunmasa

Ama ben herzaman başarılamayanı başarırım. Boat evlerin fotolarını çeke çeke beğendiğimiz sokaklardan aşağıda doğru gidiyoruz. Döndük dolaştık kocam  aaa bak bak süper bir kathedral gördüm ne buldum heyecanıyla beni bir yere sürüklemeye başladı ki ne görelim bu Dam meydanındaki Nieuwe Kerk. Gül gül çekinme arkadaşım. Yani o kadar yürüdük başladığımızı noktaya geri geldik :))Anna Frank huis'a doğru giderek tekrar denemeye çalışırken kocam deniz bisikletri kiralayan yerler gördü. Sorduk 20 euro deposit kişi başı 10 euro , aile paketleri de vardı. Çok istiyordu bende 9 sokaklardan vazgeçtim. Hadi binelim dedim. Bir istasyondan alıp başka bis istasyona bırakıp depositonu alabiliyorsun. Biz en son bir kaç hediyelik almak için Çiçek pazarına uğrayacaktık bundan en yakın durak olan Leidsplein'e bırakmaya karar verdik ama sorun oraya varmak :) Aslında çok eğlenceli ilk gün yaptığımız kanal turu mu bu mu derseniz bu ama kesinlikle kondisyon lazım. Çevir çevir gitmiyor anam gitmiyor yavrummm bacaklarım böyle çile görmedi.  Bir de ilk altıdığımızda istasyondan bir çift Japon kızla aynı anda çıktık. Onlar bastı gittler. Biz yerimizde dönüp duruyoruz. Zaten 1 saatliğine kiralamışız 5- 10 dakika orada dönmekle geçti :) Neyse kaptan koca dümeni çözdü de ilerleyebildik.

Bakmayın gülümsediğime ayaklar İsyaaaaannnnnnn diyor

Kanal bisikletinden Kanal evleri görüntüsü

Kanal haritası verdiler ama kanallarda da kaybolmayalım diye küçük bir kanala girip geri döndük aynı yolumuzdan dümdüz devam ettik. İstasyona yakın suya düşmüş bir bisikleti kurtarmaya çalışıyorlardı biz de bisikletin yanına yanaşıp kurtarılmasına yardım bile ettik, ustalaştık yani :) Bisikleti istasyona bıraktıktan sonra Çicek pazarından son hediyelik alışverişlerimizi yaptık ve Kalverstraat üzerinden ver elini  Dam meydanı :)


Dam meydanına geldiğimizde hala 1 saat kadar vaktimiz vardı hadi Red light' a bir daha gidelim dedik. Gitmez olaydık. Arkadaşlar, dostlar siz siz olun gündüz gitmeyin. Bildiğin teyzeler,nineler dükkanlarda. Gördüğüm bazı görüntüleri hafızamdan silememekten korkuyorum. Gündüz zamanı outletmiş meğer. Biz nereden bilelim. Ama şunu da söyleyeyim gündüz normal bir sokak gibi. Oturup yemek yiyip bir şeyler içebileceğiniz kafeler var, evler var. Tabi bunları gece göremiyorsunuz. Bir de siz siz olun fotoğraf çekmeyin. Grafitili bir duvarda poz verdik foto çekiliyorduk Yandaki abla cama vuruyor bize küfür ediyor. Başkaları bize gösterdi de farkettik hiç üstümüze alınmıyorduk. Onu çekiyoruz falan sandı herhalde ama meğer orada foto çekmenin yaptırımları varmış polis yakalasa makinene el koyup bir de 100 euro gibi iyi bir ceza kesiyormuş.
Bu foto uğruna az daha dayak yiyecektik puahaha



Bu da ilk Coffeshop’muş.

Kanalın karşı kıyısındaki bir ablada müşteriyle pazarlık ediyordu. Zoom yapıp çekeyim dedim abla anladı kapıyı açıp bize sövmeye bağırmaya falan başladı. Biz nasıl kaçıyoruz. Arka taraflardan falan dolaştık. Son saat son saat başımıza iş açacaktım. Yok yok çekemedim resmi :))
Saatin 3e yaklaşmasıyla otelden bavulları aldık, central stationdan Schiphol havalanına tren biletlerimiz aldık. 10dkda bir tren var sıkıntı olmuyor. 30 dk falanda tren sürüyor. Havalanında sadece uçağa alınan kapıdan önce bir arama var öyle bizim gibi 2-3 kere arama yada kapılardan geçiş yok.

Seni çok özleyeceğim Amsterdam ühühühühüh 

4 günde görülmesi gezilmesi yapılması gerekenleri bence rahat rahat yapıyorsunuz. Kocama sorsan belki rahat rahat demez :) Ha daha kalsanız yapacak şey bulur musunuz evet ama şehrin genel havası tadını almak için yeterli :)

Kucak dolusu öpücükler :))



 Not: Biraz foto bombardımanı bir yazı oldu ama hepsi benim yavrularım J